2009'da Bayrampaşa'daki Forum İstanbul'da açılan, Türkiye'nin en büyük, dünyanınsa en büyük akvaryumlarından biri olarak kabul edilen Turkuazoo'dayız. Bileti alır almaz sizi yeşil bir perdenin önüne alıyorlar ve perdenin sağ üstünde duran oyuncak köpekbalığına bakarak korku dolu bir poz vermenizi bekliyorlar. Role giriyorsunuz tabi anında en yapmacık halinizle. Ardından yürüyen merdivenlerden aşağıya iniyoruz ve botanik bahçeleri selamlayarak yolculuğa başlıyoruz.
Su altı dünyasının çok meraklılarından biri olmadığım halde dalasım geliyor denizin derinliklerine bu güzelliği gördükten sonra ama yemiyor tabi. Darlık gelir bana, depresyona girerim ben denizin dibinde, vurgun murgun hepsi gelir bulur beni. Ne gerek var işte, hiç eziyet çekmeden 28 liraya görebiliyorsun aynılarını.
Bunlar da işte vatozlar, yılan balıkları, yengeçler, Gülben Ergenler falan...
Uzun uzadıya gezdikten sonra tünele geliyorsunuz ki burası akvaryumun en keyifli kısmı. Tepenizden köpekbalıkları falan geçiyor, dalgıçlar takılıyor içerde, balıkçıkları besliyorlar gayet cool bir şekilde. Onların da gösteri saatleri var tabi ki bu size broşur şeklinde dağıtılıyor içeriye girmeden önce.
Bu arada tüneldeki yolu ikiye bölmüşler. Yolun bir kısmı saatte 1km hızla kendiliğinden yürürken, diğer kısmı yerinde durmayı tercih ediyor.
Çok çılgınım yaa..
9 aylık yeğenimi akvaryuma götürmesine götürelim de ne anlayacak çocuk dedik. Halt etmişiz. Çocuğu bildiğin alamadık camların önünden. Onda da bir artistlik, elini uzatmalar, böyle camdan içeriye girmeye çalışmalar falan. Diyeceğim o ki çocuğum küçük demeyin, sizden daha çok ilgi gösteriyor. Bu arada 0-2 yaş ücretsiz. Bilginize...
Çıkışta da sizi akvaryumla ilgili oyuncaklar, kırtasiye malzemeleri vb..ürünlerin toplandığı bir dükkanla uğurluyorlar.
Ve tabi en başta yeşil perdenin önünde çekildiğiniz fotoyu satmaya çalışıyorlar. 15 liraya..
Bilet Fiyatları
0 - 2 Yaş:Ücretsiz
2 - 16 Yaş , Öğrenci , Öğretmen, 65 Yaş Üzeri, Engelli :21 TL
Yetişkin:28 TL
Müzekart ve Museum Pass kartları da geçerliymiş bu arada. Bende kazıklandıktan sonra öğrendim.
Sizi unuttum falan sandınız di mi? Yok öyle bi' dünya. Bildiğin bilgisayarım bozuldu, tüm hevesim kaçtı lakin geri döndüm, yeni bilgisayarımla, dünyanın en büyük Çin Mahallesi'ne sahip, California'nın dördüncü, Amerika'nın onikinci büyük şehri San Francisco'yla.
San Francisco diyince akla gelen ilk şey dünyanın en uzun yedinci asma köprüsü olan o köprüdür herhalde adı "Golden Gate" olan, yüksekliği itibariyle kıçımızı donduran. Geçiş ücreti 5 dolar gibi birşeydi. Biz de 4.25 TL'ye aynı köprünün grisinden geçebiliyorsun sonuçta. O kadar yol gitmeye gerek yok diyebilecek tabiatsızlar varsa etrafınızda saniyesinde defedin.
Bu da köprü üstünde türlü türlü şakalar, Gülben Ergenler, falanlar, filanlar...
Burası da Golden Gate Ulusal Dinlence Parkı. Amerikalıların parklara ne kadar önem verdiklerini biliyorsunuzdur. New York gibi gökdelenler diyarı bir şehrin ortasına Central Park gibi devasa bir yerleşim alanı yaratacak kadar çıldırmışlar bu konuda. Botanik bahçeleriyle, African American müzisyenleriyle güzel vakit geçirebileceğiniz bir yer burası. Yaş ortalamasının 70+ olmasına takılmayın.
İlk San Francisco'ya gidişimde arkadaşlarla beraber oldukça uygun bir fiyata, şehre 5 dakika uzaklıkta olan Best Western Hotel'de kalmıştık. 2010'daki ziyaretimde de Trabzon'dan arkadaşımız Gökhan'ın Downtown'daki evinde, olağanüstü misafirperverliğiyle ve jestleriyle daha enteresan San Francisco günleri geçirdik. Hippilerin doğduğu yer, Gay mahallesi, muhteşem steak houselar ve Italian lokantaları, Fransız şarapları...
San Francisco'yu ihtişamlı gösteren en önemli yapılardan biri de şüphesiz Bay Bridge. Aşağıdaki resimde gördüğünüz köprü, toplamda iki katlı (bir kat gidiş, bir kat geliş) olmasının yanısıra çevreyolunu direkt olarak San Francisco şehir merkezine bağlama görevini üstleniyor.
Velhasıl kelam; dik yokuşlarıyla, tramvaylarıyla, evleriyle, Alcatraz Adası'nın gizemiyle, serin havasıyla, düzeniyle ve tüm ihtişamıyla, San Francisco dünyanın görülmesi gereken güzel şehirlerinden biri. Los Angeles'la arası arabayla 5-6 saat falan. Üşenmeyin, oralara kadar gitmişken, oralara da gidin.
Küçüklükten beri bana en ulaşılmaz gelen şeydi Hollywood. Ama peşinden gidecek cesaretiniz varsa, bütün hayalleriniz gerçek olabilir bu hayatta. Bir süre önceye kadar Hollywood'un Amerika'da sadece plakalarla, dağın birine yazılmış bir yazı olduğunu düşünürdüm. Olay pek de sandığım gibi değilmiş. Hollywood, Amerikan Film Endüstri'sinin kalbinin attığı ve sokakta yürüyen herkesin kendisi star sandığı, star sanmayanların her an keşfedilmeyi beklediği Los Angeles'ın küçük bir semti. Bu da o meşhur "Hollywood Sign".
Uzun yıllardan beri memleketim Trabzon'un Boztepe'sinde de "Trabzon Sign" var ama sanırım ulaşılabilirliği kolay olduğundan pek de etkilemiyor beni. Yüzüklerin Efendisi'nin yeni bir filminde gösterilirse belki etkiler. :P
Veee Hollywood diyince akla ilk gelen mekan: Kodak Theatre. Meşhuuuuuur Oscar Ödül Törenleri'nin yapıldığı yer. 14 dolarlık bir ücretle bir rehber eşliğinde yarım saatlik bir turla içeriyi gezebiliyorsunuz. Tabi fotoğraf çekmek yasak olduğundan dışıyla idare etmek durumundasınız. Özetle: ihtişam o biçim.
Kodak Theatre Hollywood Bulvarı'nın üzerinde yer alıyor. Her gün binlerce turist tarafından ziyaret edildiğinden dolayıdır ki özgüven sahibi insanlar bahşiş karşılığında girdikleri film karakterlerinin kılıklarıyla geçimlerini sağlıyorlar. Objektifime takılanlar:
Bayağı uzun bir bulvar bu Hollywood Bulvarı. En büyük özelliği ise dünyaya mâl olmuş bütün Tv, film yıldızları, şarkıcılar, çizgi film karakterleri vb...starların isimlerinin yazılı olduğu yıldızlar, kaldırımlardaki yerini almış. Geçenler de aldığım habere göre en son Penelope Cruz'un adı eklenmiş bu yıldızlar kervanına. Birçok yıldız da hala boş olarak bekletilmekte. Yıldızlar arasında en özel yere sahip olanı ise "Muhammed Ali". Onun ki yerde değil, özel bir camekanın içinde duvarda asılı şekilde Kodak Tiyatrosunun içinde sergilenmekte. Canlı Para'da çıkabilir bu soru, bilin istedim.
Hemen Kodak Tiyatrosu'nun yanında yer alıyor: "Grauman's Chinese Theatre". Dünya starlarının el ve ayak izlerinin yer aldığı tiyatro en son Sherlock Holmes ve Iron Man'in yıldızı Robert Downey Jr.'a bir yer ayırmış.
Hollywood aynı zamanda birçok hediyelik eşya mağazası, Hard Rock Cafe, Madame Tussauds Müzesi, Guinness Rekorlar Müzesi, Ripley's Believe It or Not Müzesi, büyük, üzeri açık bir alışveriş merkezi ve onlarca gece kulübünü barındıran bir eğlence kenti. Oteller caddesi Sunset Bulvarı'na ise sadece iki sokak paralel, bilginize. :)
Kodak Theatre Giriş Ücreti: 14$ Madame Tussauds Müzesi: 25$
Las Vegas, ABD'nin Nevada eyaletinde bulunan Mojave Çölü üzerinde kurulu, kumar ve eğlence yerleriyle ünlü bir kent. Aynen böyle tanımlanmış internet ansiklopedisi Wikipedia'da. Dünyanın en lüks ve en eğlenceli kenti için Los Angeles'dan yola çıktık ama; beş saat boyunca aşağıdaki iç sıkıcı manzarayla yolculuk etmek hakikaten kâbus gibiydi. Camı açayım demeyin, hava 50 derece...
Akşam saatlerinde vardığımız şehrin ışıkları hafiften parlamaya başlamıştı ama ben o şaşalı kısma sonra geçeceğim. Önce böyle artistik bir pozla mevzuya giriş yapma arzusu içerisindeyim. Müsaade ediniz. :P
Bilmenizi isterim ki, şu anda, bugüne kadar hazırlamış olduğum en uzuuuuuuuuun postu okumaktasınız. Yazı bittiği zaman akan salyalarınızdan ben sorumlu değilim. Bir sene geçti, ben hala toparlıyamıyorum. Bu mu lan Las Vegas diyip önyargılı olmayın a dostlar. Gündüz, bir boka benzemediği konusunda hemfikiriz.
O yüzden gündüz yapılacak en iyi şey, otelin havuzunda serinlemek. Hava 45 derece olunca suyun içinden çıkmıyorsunuz ama suyun derinliği de 45 cm olunca içine yerleştirilen şezlonglara oturmaktan başka bir halt yiyemiyorsunuz. Görüntüler "Wynn-Encore Beach Club'dan" Beach Club dediğime bakmayın, herşey yapay. Çölün ortasında daha fazlasını aramayın zaten. Ayıp.
Bilin istedim: "O kadar inanıyorlar ki o rakamın uğursuzluğuna uçaklar da, asansörler de, tiyatrolar da öyle bir numara yok, yok! Bakınız: 13?"
Veee filmlerde, dizilerde, rüyalarda, hayallerde görmeyi düşlediğim şey. Las Vegas'da bir gece konakladığımız otellerden "Stratosphere" deyiz. Atakule'nin iki katı yüksekliğindeki bu kulenin manzarası için yorumum " ". Burası muhtemelen Vegas'ın en ucuz otellerinden. Geceliği 27 dolara iki double yataklı bir odada ikamet ettiğimizi hatırlıyorum. Üstelik bu manzarayı izlemek normal şartlarda 14 dolar para istiyorken, otel müşterilerine ücretsiz giriş imkanı sağlıyor. Gayet bildiğiniz beş yıldızlı otel. Sol üstteki fotoğrafta otelin müzikal showundan. "American Superstars"
Şöööyle biraz sokaklara inelim. Dünyaca ünlü İtalyan "Bellagio" otelin önündeyiz. Her yarım saatte bir,çalan bir müzikle eş zamanlı, 3-5 dakikalık bir havuz showun sergilendiği bu otel Vegas'ın simgelerinden biri. Otelin kumarhanesi de en büyüklerdenmişmişmiş...
Vegas sokaklarından kesitler. (Excalibur, Caesars Palace, Paris, Monte Carlo Hotel)
Bunlar da bahşiş karşılığı foto çektirmeyi kabul eden Jack Sparrow'lar, Elvis Presley'ler, Gülben Ergen'ler falanlar filanlar...(Bahşiş = 1Dolar)
Las Vegas'da ne var hacı derseniz? Dünyanın en ünlü otelleri, kumarhaneleri, müzikalleri, showları var derim size. Otellerin birçoğu birbiriyle yer altından, üstünden geçitlerle birbirine ekleşmiş. Işıklanmamış hiçbir tarafları kalmamış. Bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün orduları da....
Şehir aynı zaman da dünyanın önemli kentlerine ev sahipliği yapıyor: Paris, New York, Mısır, Venedik, Roma bunlardan birkaçı. Eyfel Kulesi'ni, Özgürlük Heykeli'ni orjinal boyutunda görebileceğiniz başka bir memleket bulamazsınız dünyada. (Paris ve New York'dan başka)<==Gerizekalılar için
Ayrıca herşeyin legal olduğu bir kent Las Vegas. Sokakta sizlere kadın pazarlamak için elinize resimli kartlar, kataloglar tutuşturan yüzlerce insan var. Bazı otellerin odalarındaki çekmecelerde de bu katologlara ulaşarak "Temel İçgüdü" filminin başrol oyuncusu olma şansını yakalayabilirsiniz.(+18)
Mesela Venedik. O gördüğünüz bulutlar duvar kağıdı, orası da kapalı bir alışveriş merkezi. Favorilerimden.
Gel gelelim New York'a. Brooklyn Köprüsü'nden, gökdelenlerine kadar koskocaman bir alan kaplıyor Las Vegas'da. En önemli atraksiyonu ise gökdelenleri sarıp sarmalayan korkunç bir rollercoastera sahip olması.
Burası da Luxor. Piramitler, develer, hendekler. Dünyaca ünlü sihirbazlardan Criss Angel'ın Cirque du Soleil ile işbirliği sonucu performe edilen "Believe" isimli show bizzat burda sergileniyor. Zaman olmadığından gidemedik ama aldığımız duyumlara göre Vegas'ın iyilerinden değilmiş.
Vegas'da şıklık, lüks o biçim. En sık görebileceğiniz renk: gold. Her yer varak hesabı kaplanmış. Otellerin içlerinden görüntüler (Wynn, Encore, MGM Grand Hotel, Bellagio)
+21 yaş / Veee kumar. Önüm arkam sağım solum her bi taraf oyun makineleriyle dolu olunca en tövbelisi bile buluyor kendini bir aletin başında. Alev'in bu konudaki hırsı ve başarısı kesinlikle göz ardı edilemez. İkimizin de 20 doları, beş dakikada ne hale getirdiğimiz aşağıdaki kuponlarda yazılı. 21 yaş altındaysanız ve güvenlik tarafından buralarda dolaşırken, oynarken tespit edilirseniz kumarhanenin dışına yönlendiriliyorsunuz. Aynı şey içkili restaurantlar için de geçerli bu arada. Ege yüzünden ne kadar fanteziden geri kaldık. Ben de 20ydim ama sakallardan yırtıyordum.
Bu arada dipnot: Kumar kötüdür, bağımlılık yaratır. Dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın.
Ben Beyonce konserini 10 günle kaçırmamın hüznünü yaşarken kentin büyük otellerinden MGM Grand'de karşımıza çıktı usta sihirbaz David Copperfield. Fotoğraf çekmek kesinlikle yasaktı ama uyarı yeme uğruna bastım deklanşöre. Türk'üm ulan ben!
Bir zamanlar İstinye Park'da da yer alan ama şu anda yerinde H&M esen, efsane restaurant Rainforest Cafe'deyiz. Görünen köyün kılavuz istemediği anlardan biri. Sadece açız!
En son paylaşmak istedim, çünkü Las Vegas'ı bizim için en unutulmaz kılan şeydi bu show. Adı "Le Reve". Kaldığımız otelin tiyatrosunda gösterimde olan, Amerika'da yaşayan arkadaşlarımız tarafından çokça tavsiye edilen bu show doksan dakika ağzımızı kapayamadığımız bir rüyaydı bizim için.
Showdan görüntüler:
Olumlu, olumsuz bütün eleştri, fikir ve önerilerinizi beklemedeyim.
Alcatraz Hapishane'sini duymayanımız yoktur herhalde. San Francisco'da denizin ortasında bir adada yer alan bu hapishane 1963 yılında kapatılarak turizm sektörüne katkı amacıyla müzeye dönüştürüldü. Kanbersiz düğün olmaz dedik, biletlerimizi internetten aldık ve adaya gitmek için San Francisco sahiline dizili pierlerden 39.suna ulaşarak maceraya atıldık. Tıkınmadan gitmek olmaz tabiki. Depo karbonhidratlar da bir yere kadar.
Vapurumuza bindik ve yaklaşık 15-20 dakikalık yolculuğun ardından adaya yaklaştık. İşte geliyoruzzz...
İner inmez sizi bir tur rehberi karşılıyor ve interaktif bir şekilde hapishane deneyimi başlıyor. Free takılmak isteyen bizim gibi çok bilmişler ise dağıtılan kulaklıkardan edinmişti. İyiki de çok bilmişlik etmiştik çünkü o kulaklıkların yönlendirmesiyle hapishane oldukça sistematik bir şekilde gezilebiliyordu. Kulaklıkların en güzel olayı: koğuşun numarasını tuşladığınız anda, o koğuşta yatan hükümlünün kendi sesiyle kendi hayat hikayesini anlatan bir ses kaydı çıkması özelliğiydi. Kendimizi bir anda dünyanın en suçlu katillerinin ve hırsızlarının yaşam dünyasına sokuvermiştik. Korkmuştuk.
Disiplinin sıkı tutulması amacıyla yeni hükümlü alınmayıp, diğer cezaevlerinin en tehlikeli mahkumları buraya nakledilmiş. 1934 yılında çeşitli yerlerden 196 tutuklu ve hükümlü bu kaçılması çok zor olan adaya taşınmış. Hükümlülerin sayılarla isimlendirildiği Alcatraz'da çok basit temel gereksinimler dışında hiçbir ayrıcalık yokmuş. Cezaevi kitaplığından yararlanmak için bile en az beş yıl sorun çıkarmayan bir mahkûm olma şartı aranıyormuş. Sığınma yeri, yemek, kıyafet ve sağlık yardımının dışında hiçbir şey verilmiyormuş. Çoğu mahkum, günün 23 saatini hücresinde geçiriyormuş. Ancak fırsat gelirse, dışarıya temizlikçi olarak bir saat kadar çıkabiliyorlarmış. Ana binada kapılar ve pencereler, demir parmaklıklarla kapalıydı. Adanın etrafı ise soğuk körfez suları ve bolca köpekbalığı ile çevrili olduğundan kaçılması imkansız hapishane olarak tanımlanıyor.Bugüne kadar Alcatraz’dan -hepsi başarısızlıkla sonuçlanan- 14 tane kaçma girişimi olmuş. Noldu? Yusuf Yusuf di mi?
Burası da yine içeriden görüntüler. Çamaşırhane, mutfak ve yemek salonundan birkaç fotoğraf...
Bu da işte türlü türlü şakalar, espriler, olmazsa olmaz pozlar, Gülben Ergenler, falanlar, filanlar...
"Alcatraz Adası, birçok ünlü suçluyu "ağırlamıştır". Bunlardan bazıları; Al Capone, Doc Barker, "makineli tüfek" George Kelly, "kuş adam" ya da Alcatraz Kuşçusu olarak bilinen Robert Stroud, Bonnie ve Clyde ikilisinin şoförü Floyd Hamilton ve Alvin Karpis gibi isimlerdi." (Kynk: Wikipedia)
Gördüğünüz el ve hareketi arkadaşım Ege'nin onu hapishaneye ziyarete gittiğim zamanki karşılamasını tasvir ediyor. Böyle bir yerde hayat süren bir insanın çok da normal tepkiler vermesini beklemiyoruz di mi?
Bunlarda Alcatraz Adası'ndan San Francisco manzaraları. Adada sürekli bir rüzgar harekatının olduğunu, sol üstteki fotoğrafımdan kanıtlayabilirim size.
Bugün Alcatraz Adası ve Alcatraz Hapishanesi, yılda 750 bin ziyaretçinin gittiği bir müze ve 1982 yılından beri Golden Gate Ulusal Dinlence Bölgesi’nin bir parçası olarak kullanılmaktadır. Gidiyoruz, hadi el sallayın...
Bugüne kadar, Alcatraz Adası ve Cezaevi'yle ilgili olarak IMDb kaynaklarına göre 19 sinema filmi çekilmiş. Şüphesiz bunların en öne çıkanı Clint Eastwood'un başrolünü oynadığı 1979 yapımı "Escape from Alcatraz". Yaşanmış bir kaçma girişiminden esinlenerek yapılan bu gerilimi bir yerlerden bulun izleyin, canımı sıkmayın.
Amerika'daki son günümüzdü. Bir arkadaşımızı yolculamıştık, bir diğeri de yorgunluktan gebermek üzereyim diyip bizi ekip, otelde kalmıştı. Aslında günün amacı Gizem adlı sarı kafalı arkadaşıma bilgisayar almaktı. Taa ki kendimizi Times meydanında bulduğumuzda gördüğümüz aşağıdaki tabelaya kadar. Aslında planlıyorduk buraya gitmeyi ama çok da fifi tarzı takılıyorduk(Amaaan PpPpP). Sonra düşündük. Cebimizde kalan son parayı dünyanın en iyi balmumu heykeli müzesine vermeyecektik de ne edecektik?
Madame Tussauds, dünyada önce Paris'de kurulmuş, daha sonra 1800 li yıllarda Londra'ya taşınmış ve şu anda dünyanın önemli kentlerinde (Las Vegas, Londra, Amsterdam, Hollywood, New York, Hong Kong, Berlin, Bangkok, Shangai, Washington, Wien) bulunan, global alanda ün yapmış insanların orjinal vücut ölçülerince hazırlanan bir heykel sergisi. Abi nasıl yapıyorlar bu heykelleri, çok enteresan zart zurt işine girmeyeceğim, yazsam okuyacaksınız sanki! Ama ille de öğrenmek isteyen varsa buraya tıklasın bir zahmet. Aldığım son bilgilere göre bu sene uyuz Justin Bieber'ın da heykeli eklenmiş. Bakınız aşağıda ölçülerini alıyorlar.
Beyonce Mix - Söyleyecek sözüm yok!
Bu da işte arkadaşlarla eğleniyoruz tarzı görüntüler vermek için cebelleştiğimiz ve evet, en yaratıcı pozu ben yarattım şeklinde sidik yarıştırdığımız fotolardan birkaçı. Bizimkiler işte: Britney, Madonna, Shakira falan.
Bunlarda sarı kafalı Gizem'in marifetleri. Angelina'ya olan bakışına dikkatinizi çekmek isterim.
Lady Diana bile ordaydı! Ölü, diri hiç farketmiyor! Müzede heykeli bulunan tek Türk: Atatürk. Ama New York'a konmamış henüz. Londra'da bizzat gördüm ama başka hangi şehirlerde var bilgim yok.
Daha ayrıntılı bilgi için Madame Tussauds un official internet sitesini gezebilirsiniz. Oha! Yarın hemen gitmem lazım derseniz, burdan biletinizi bile alabilirsiniz. Bunun Londra versiyonu da var daha, bekleyin. ;)
Not: Saçlarımın uzunluğu ve kıvırcıklığı, tenimin karalığı ve zayıflığımla alakalı şokunuzu ifade etmek isterseniz mail adresim afkaranis@hotmail.com :)